Mersin
07 May, 2024, Tuesday
  • DOLAR
    32.42
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2403.5
  • BIST
    10208.65
  • BTC
    59618.85$

LORDLARI DA ASARLAR

26 April 2024, Friday 13:21

Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’nin müezzini yanık sesiyle namaz vaktinin geldiğini haber veriyordu. Caminin hemen yanında bulunan üç katlı ahşap evinde yatsı namazını kıldı. Sonra evin kırmızı çini ile kaplı avlusuna çıktı. Burnuna dolan çiçek kokularıyla derin bir oh çekti. Rengârenk çiçekler ile dolu avluda oturup bir süre erguvanların sardığı boğazı seyretti. Çiçeklerini itinayla suladı. İnancına göre, çiçek sulamak bile ibadetti. Odasına çıkarken yaramaz torununun uyumamak için direttiğini gördü. Gelini Celile Hanım’a “bana bırakın” dercesine bir göz işareti yaptı. Celile Hanım hemen odadan çıktı. Dede ve torun baş başa kalmıştı.“Yat bakalım evlat, bak sana ne okuyacağım.” Sapsarı saçları, masmavi gözleriyle bibloyu andıran çocuk, askeri bir komut almışçasına yatağına girdi. Dede; mesnevi şiirleriyle süslediği uyuma ritüelini şu dizelerle bitirdi:

“Aşk’la beraber ol, birlikte yaşa.

Çünkü aşk, canın cevheri, özü, mayasıdır.

Gelip geçici sevdaların peşinde koşma,

Sonsuza kadar senin olacak dostu ara.”

Şiirler bittiğinde biraz önceki haylaz çocukken masum haliyle uykuya dalmıştı bile. Dede güzel yüzlü çocuğun yatak örtüsünü son kez kontrol edip, alnına bir öpücük kondurdu. Yıllar öncesinde ölen küçücük bir çocuk geldi aklına, gözleri doldu...

Nazım Bey’in hikâyesi 1848 yılında Üsküdar’da başladı. Yağlıkçı Hüseyin Ağa’nın torunlarından Şakir Efendi’nin oğluydu. Sanata ve edebiyata olan ilgisi nedeniyle eğitiminin ilk yıllarında Arapça, Farsça ve Tasavvuf Edebiyatı konularında kendini geliştirmeye başladı. Babası kaymakam olduğu için devlet kademesinde iş bulmakta zorlanmadı. Memurluğa Mithat Paşa’nın hususi katibi olarak başladı. Osmanlı’da yayınlanan ilk Türk gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de   yazarlık ve başyazarlık yaptı. 1881’de Konya’ya mektupçu olarak gönderildi. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin kenti, hayatında bir dönüm noktası oldu. Tasavvuf felsefesine yöneldi. Mevlevi dergahının saygın bir üyesi olarak kendini Allah’a adadı. Mert, doğruları söylemekten asla vazgeçmeyen, menfaatleri uğruna sözünden dönmeyen, ahlaki değere sahip biri olarak halk tarafından da çok sevildi. Nazım Bey’in yolu, Şair Ziya Paşa’nın Adana valiliği döneminde Kilikya’ya düştü. Hastalıklarla boğuşan Ziya Paşa’nın başyardımcısı oldu. Onun yokluğunda kenti yönetti. Başarılı devlet adamlığı sayesinde, 1896 yılında Mersin Mutasarrıflığı’na getirildi. Mersin’de yaşadıkları, onun hayatını tümden etkileyecek, burada verdiği bir karar batılı devletlerin cenderesi altındaki Osmanlı’nın yıkılmadan önceki son onurlu hareketi olacaktı.

O dönemde dağılma sürecine giren Osmanlı, yabancı devletlere ayrıcalıklar tanımak zorunda bırakılmış, imparatorluğun üretime dayalı büyümesi de engellenmiş durumdadır. Batılı devletler içten içe Osmanlı ekonomisini yok etmekte, kazandıkları imtiyazlarla adeta ülkeyi ekonomik olarak işgal etmektedirler.

Mersin, dönemin önemli ticaret merkezidir. Çok sayıda yabancı ve yerli gayrimüslim işadamı, Mersin limanı üzerinden ayrıcalıklı ticaret faaliyetleri yürütmektedir. Nazım Paşa durumdan hoşnutsuz, kendilerine tanınan ayrıcalıkla adeta ülkenin sahibi gibi davranan yabancılara bakarak kahrolmaktadır. 30 yıl önceki Amerikan İç Savaşı Mersin’in ticaretini doğrudan etkilemiştir. Amerika’da 4 yıl süren savaş boyunca pamuk üretimi durunca, Çukurova ön plana çıkmış, dönemin beyaz altını Mersin ve çevresinde yetiştirilmeye başlanmıştır. Kentin tüm ticari hakimiyeti yabancıların ve gayrimüslimlerin elindedir. İşte o tacirlerden biridir Lord Thompson. İngiltere’den gelen eşyalarını limandan evine taşıması için 12 yaşındaki küfeci Mehmet’i tutmuştur. Osmanlı’nın memur maaşlarını bile ödeyemediği günlerdir. Kara kuru bir çocuktur Mehmet. Aslında o kadar esmer değildir ama Mersin’in yakıcı güneşi altında akşama kadar hamallık yapmaktan derisi simsiyah olmuştur. Mehmet, kazanacağı parayla eve ekmek götürecek, o gün de ailesinin karnı doyacaktır. Neredeyse kendisi kadar büyük küfeyi bir anda sırtlayamaz. Diğer hamallar destek olup küfeyi Mehmet’in sırtına atarlar. Lord önde, o arkada Mersin’in taş evleri arasından geçip gösterişli bir malikânenin önüne gelirler.

Mehmet kan ter içinde kalmıştır. Sırtındaki yükü evin önünde indirir indirmez derin bir oh çeker. Lord Thompson kendisini kapıda bekleyen hizmetçilerine eşyaları içeri almalarını emreder.

Mehmet beklemektedir, ancak Lord hiç oralı değildir. Eşyaların ardından çocuğun yüzüne bile bakmadan evine yönelir. Mehmet şaşkın bir şekilde “efendim para ?” diye arkasından seslenir. Lord Türkçe bilmez ama çocuğun ne istediği bellidir. Mehmet’e doğru dönüp küçümser bir yüz ifadesi ile elinin tersini sallayarak oradan gitmesini ister. Arkasını dönüp evine girecekken

Mehmet bu kez daha yüksek ses tonuyla “amca paramı almadım!” diye bağırır. Ayrıcalıklı olmanın verdiği şımarıklıkla Osmanlı tebaasının kendisinin uşağı olduğunu düşünen Lord çocuğa doğru hızlı adımlarla yaklaşıp onu iterek kapıdan uzaklaştırır. Tekrar eve doğru yöneldiğinde bu kez Mehmet, yapılan haksızlığın verdiği sinirle, lordu ceketinden yakalar. Parasını almak için yalvarmakta, simsiyah gözlerinden yaşlar dökülmektedir. Sert bir hareketle çocuktan kurtulan Lord, elinden hiç bırakmadığı topuz başlı bastonu hızla Mehmet’e doğru savurur. Baston Mehmet’in tam da şakağında patlar. O anda her şey susar. Ne ağlama kalır, ne feryat figân. Mehmet 1-2 saniye baygın gözlerle ayakta kalır, burnundan akan kanlar ayaklarının dibine damlar, olduğu yere yığılır. Lord arkasına bile bakmadan malikânesine girmiştir. Etraftakiler koşarak Mehmet’in başına toplanırlar, ancak küçük çocuk oracıkta can vermiştir...
Korkunç haber Vali Nazım Paşa’ya kısa sürede ulaşır. Paşa’nın cesaret ve vicdanıyla imtihanı işte o zaman başlar. Hemen tahkikat yaptırır. Görgü tanıkları Thompson denen adamın bir maddi anlaşmazlık nedeni ile çocuğa sinirlenip, bastonla kafasına vurduğunu doğrularlar.
Cezası ölümdür ama o dönemde yabancılar, Osmanlı mahkemelerinde yargılanamadığından küstahça bir rahatlıkla paşanın karşısında durmaktadır. Nazım Paşa kendi hayatı pahasına, lordun yargı önüne çıkarılması emrini verir. Haber İngiliz Konsolosluğu’na ulaşır ulaşmaz konsolos Lord’un bırakılması için girişimlerde bulunur. Nazım Paşa’dan ret yanıtını alınca bu kez limanda bulunan Kraliyet Filosu gemilerinin kenti bombalayacağı tehdidini savurur. Nazım Paşa cenderede gibidir. Bir yanda çocuğun katilinin cezasız kalması, öte yanda şehrine bombalar yağması…

Kararını verirken fazla düşünmez: “Mersin’de yaşayan İngilizlere şehirden çıkış yasağı koyuyorum. Tüm çıkışları da tutun, bir tek İngiliz Mersin’den çıkmasın. Biz öleceksek onlar da ölecek.” Beklemediği bu hamle karşısında şaşkına dönen Konsolos kendi vatandaşlarının ölümü pahasına kenti bombalamaya cesaret edemez. Bu kez telgrafa sarılıp padişaha lordun bırakılması için sert bir telgraf çeker. Oysa haberin İstanbul’a ulaştığı saatlerde mahkeme kurulmuştur bile. Tanıklar dinlenir. Hatta lordu savunması için bir avukat bile tutulmuştur. Olayı öfkeyle karşılayan Abdülhamit alelacele; “serbest bırakılsın” fermanını verir. Padişahın fermanı Mersin telgrafhanesine ulaştığında Lord Thompson Yoğurt Pazarı’nda kurulan darağacında çoktan sallanmaya başlamıştır. Osmanlı’nın yıkılmadan önceki son anti-emperyalist hareketini, Osmanlı’ya rağmen Nazım Paşa yapmıştır. Olay Osmanlı’da büyük infiale yol açar. Nazım Paşa kellesini güçlükle kurtarır. Atandığı yerlerde uzun süre görev yapmasına izin verilmez. Yakın dostu Namık Kemal ile birlikte devletin özgürleşmesi için çalışır. Mesnevi şiirleri yazar. Yaşamını padişahın hafiyelerinin gölgesinde geçirir…
Nazım Paşa tüm bunları düşündükten sonra yatağında mışıl mışıl uyuyan torununa bir kez daha baktı. Küçük Nazım’ı bir kez daha öptü. Torununa da kendi adını vermişlerdi; “Nazım”. Osmanlı’nın son kahramanının torunu Nazım büyüyecek, emperyalizme karşı şiirleriyle verdiği mücadele ile dünyanın tanıdığı bir şair olacaktı. Herkes onu “Nazım Hikmet” olarak bilecekti...
Nazım Paşa’nın Mersin Mutasarrıflığı sırasında kaldığı ev halen ayakta. Bugün İçel Sanat Kulübü Binasının hemen yanında bulunuyor.Ünlü şairin dedesi Nazım Paşa’nın; Mersin’de 1896-1898 yıları arasında mutasarrıf olduğu, döneme ait kayıtlarda yer almaktadır. Ancak İngiliz Lordu’nun başına gelenlere bu kayıtlarda ya da Nazım Paşa’nın anılarında rastlanmaz. Olaya dair tek belge Nazım Hikmet’in anılarından derlenen “Nazım’ın Çilesi” adlı kitaptır. Nazım; dedesi ile ilgili bu ilginç anıyı,yakın dostu Rus Gazeteci Radi Fiş’e anlatmış. O da kitabında bu anıya yer vermiştir. Olayın gerçek olup olmadığına inanmak okuyucuya kalır….

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum