Mersin
08 May, 2024, Wednesday
  • DOLAR
    32.42
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2403.5
  • BIST
    10208.65
  • BTC
    59618.85$

Avrupa’nın küçük pahalı incisi: Lüksemburg

14 December 2023, Thursday 10:18

Köln’den Lüksemburg’a giderken hayatımın en keyifli tren yolculuklarından birini yaşadım. Hava muhteşem, trende neşeli insanlar var ve Almanya’daki karnavalın da etkisi ile halen eğlenceli bira partilerinin, sabahın erken saatlerinde olmasına rağmen, son demlerini yaşıyoruz. Öğle saatlerine doğru Lüksemburg sınırına giriş yapmamızla birlikte, sakin bir ortam trenimizde yerini alıyor ve bu sakinlik, bu küçük ülkedeki bütün seyahatimiz boyunca sürüyor. Hiç de alışık olmadığımız bir şeydi, bir ülkenin başkentinde bu kadar sakin bir hayat ve bir o kadar da birbirine yakın, aynı standarttaki yaşam tarzına sahip insanlar.

Lüksemburg Büyük Dükalığı, ya da çoğu insanın dile getirdiği gibi, Lüksemburg, Fransa, Belçika ve Almaya ile komşu ve kuzeybatı Avrupa ülkesidir. 900’lü yıllara dayanan çok maceralı bir tarihe sahip olan şehrin etrafında büyüyen ülkede ismini bu şehirden almış. Kont Siegfried'in 963 yılında Lütteburg Kalesi’ni kurdurmasıyla Lüksemburg ismi ilk olarak tarih sahnesine çıkarak 1827’de bağımsızlığını kazanan Lüksemburg Büyük Dükalığı o günden bu yana bağımsız bir devlet haline gelmiş. Dükalık sistemiyle yönetilen Lüksemburg, dünyada halen bu sitemle yönetilen ve bağımsız olarak varlığını sürdüren tek devlet olma özelliğine sahip. Nitekim, bağımsızlık politikası uygulamasına karşın her iki dünya savaşında da Alman işgali altında kalan ülke, 1947’de Belçika ve Hollanda ile iktisat ve gümrük birliği sağlayarak Benelüks’ü oluşturmuş, ardında da 1957’de Avrupa Birliği'ne üye olmuştur.  Avrupa Birliği’nin önemli başkentlerinden biri olan şehirde birçok Avrupa Birliği kurumunun bulunmasının kente bürokratik bir havada kattığını belirtebilirim. Bunlardan en önemlisi ise Avrupa Birliği bünyesi içerisinde yer alan Avrupa Adalet Divanı, ki bu sebepten dolayı Avrupa’nın adalet başkenti unvanını da hak ediyor bu küçük şehir. Ne de olsa Avrupa Birliği’nin kurucu ülkelerinden birinin başkenti. Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Sayıştayı bu şehirde bulunan diğer önemli Avrupa Birliği kurumları.   

Dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan, bunun yanında ise en yüksek kişi başı yıllık milli gelirine (132.000$ 2023 tahmini) sahip olan ülkenin başkenti Lüksemburg. Kentte bulunduğum süre içinde hep düşündüm, “Açın halini tok bilmez, fakirin halini zengin bilmez.” atasözü burada ne kadar geçerli ya da bir diğer atasözünde olduğu gibi “Güneş bekleyen soğuktan donar, zengin bekleyen açlıktan ölür.” sözü burası için ne kadar doğrudur. Şehrin sokaklarında yürürken gözlemlediğim insanların özellikle giyinişleri, trafikteki araçlar ve birbirinden pahalı ürünlerin satıldığı mağazaları gördükçe bu ülkenin neden “lüks” ile başladığını yeterince iyi anlıyorsunuz. Avrupa’daki diğer ülkelere göre zengin bir toplum olması, ülke yüz ölçümünün (2.586 km2 ) küçük olması bu kişi başı yıllık milli gelir oranına doğru bir bağlantı kurmuş. 

Bu küçük ülkenin, 125.000 nüfuslu başkenti Lüksemburg, bir başkente göre küçük bir alan üzerinde yer alıyor ve bu da şehrin kolayca altını üstüne getirmenize olanak sağlıyor. Bu kentte bir diğer en çok sevdiğim özellik de şehirde çok fazla turist yoğunluğu olmaması, yerel kültüre ve burada yaşayan insanlarla daha çok kaynaşma imkanı sağlaması oldu. Bu zengin ve gösterişli şehirde okuma yazma bilmeyen insan bulmak imkansız ve buna ek olarak dört dil konuşabilmek bu şehirde çok normal karşılanıyor. Kentte Lüksemburgca, Almanca ve Fransızca ana dil olarak konuşuluyor; fakat aksanları çok farklı.

Mavi gökyüzü ve bulutların muhteşemliği ve Avrupa’da hiç de alışık olmadığımız bir havada kenti gezerken ilk olarak tarihi Ponte Adolphe Köprüsü'nden geçiyoruz. Kirschberg Platosu üzerinden kurulu olan köprü, kente panoramik bir manzaraya bakmasını sağlıyor. Köprünün karşısında bulunan şehrin en önemli yapılarından biri olan Notre Dame Katedrali'ni görüyoruz. Gotik mimarinin önemli örneklerinden birini oluşturan katedral, 1613-1621 yılları arasında yapılmış ve mimarisi ile şehrin görünümüne büyük özellik kattığını belirtebiliriz. Katedral halen kullanıldığı gibi gün içinde yoğun bir ziyaretçi ilgisi var. Binanın dışarıdaki ihtişamın içindeki mimariye de yansıdığını belirtebiliriz. Katedrale olan ziyaretimizden sonra, kentçe öneminin büyük olduğunu düşündüğümüz “Gellen Fra (Golden Lady Monument)” yani “Altın Kadın” anıtının yanına doğru yürüyoruz. Göğe doğru bir yükselişi olan anıt mavi gökyüzünün fonunda muhteşem güneş ışıkları ile birlikte altın rengini daha da parlaklaştırıyor gözümüzde. Place de Constitution (Constitution Meydanı)’da bulunan ve 1923 yılında 1. Dünya Savaşı’nın kurbanları ve mağdurlarının anısına dikilen 12 metrelik bu anıt, 1940 yılında Naziler tarafından tahrip edilmiş ve tekrar 1984 yılında onarılarak bugünkü halini almış.

Yavaş yavaş akşamın olması ile birlikte sokaklardaki gezimize, işlerinden çıkıp evlerine giden insanlar ekleniyor ve kentin merkezine doğru giden ara sokaklarda yürürken Büyük Dükalık Sarayı’na denk geliyoruz. Daha önce de gittiğim ülkelerde rastlamadığım askerlerin nöbet değişimini burada gözlemleme şansımız oluyor. Hele hele değişimdeki kadın askerin olması bizim dikkatlerimizi daha da artırıyor. Büyük Dük’ün resmi ikametgahı olan bu saray, 1570’lerde yapılan ve yıllar geçtikçe genişletilen bir bina olmuş. Resmi resepsiyonlara da halen ev sahipliği yapan saray, yaz aylarında bir saatlik rehberli turlarla da gezilebiliyor.  

Kentte son ziyaret ettiğimiz ve hoş bir manzaraya sahip Lüksemburg şehrinin eski mahalleleri 1994 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine dahil olarak, Lüksemburg devleti tarafından korunması garanti edilmiş. Lüksemburg şehrinin bu bölgesinin böyle önemli bir listeye dahil olması benim için burayı ziyaret etmeyi kaçınılmaz kılıyordu. Fakat listede olmasının yarattığı beklentiden olsa gerek, umduğum kadar etkileyici değildi. Buraya ait tavsiye edebileceğim mekan, Lüksemburg tarihinin ve sanatının her dönemini görebileceğiniz Milli Tarih ve Sanat Müzesi'dir. Rembrandt, Brueghel, Van Dyck, Rubens gibi önemli ressamların eserlerinin yer aldığı müzede ayrıca 15 ve 18’inci yüzyıllar arasını kapsayan Bentinek-Tysseen koleksiyonunu müzenin en önemli varlıklar arasında yer alıyor. Kentin UNESCO tarafından Dünya Mirası Koruma Listesi’ne alınmasına etkisi olan yapılar, kentin kenarlarında zarifçe uzanan surlar ve siperler olduğu gibi, kayalara oyulmuş mağaralar ve pasajlar da oldukça ilgi çekici. Bu mağaraların 1. ve 2. Dünya savaşlarında 35 bin kişinin sığınağı olduğu belirtiliyor.

Gerçek bir medeniyet başkenti olan Lüksemburg’da hayat akşam saat 6’dan sonra daha sakin oluyor. Ne açık bir dükkan bulabilirsiniz ne de sokakta adres soracak bir insan. Hayalet şehir oluveriyor bir anda yürüdüğünüz sokaklar. Bu durumda kenti tanımaya devam etmek için de en güzel mekanlar tabiî ki restoran ve barları oluyor. Lüksemburg’da olup da pizza ve hamburger yemek olmaz düşüncesiyle, Lüksemburg mutfağını keşfetme fırsatı buluyoruz. Yerel halkın değimiyle ülke mutfağı, Fransa ve Almanya mutfağının bir birleşimini oluşturuyor ve kesinlikle tatmanız gereken yerel şarapları çok ünlü. Sakin ve huzurlu bir ortam sunan bu kent yılın her dönemi ziyaret edilebileceği gibi özellikle yaz aylarında açık hava aktivitelerinin yapılması ile daha hareketli olduğu söyleniyor. Avrupa’nın gerçekten de pahalı bir incisi olarak adlandırabileceğimiz bu küçük başkenti kısa bir sürede gezebileceğiniz sebebi ile hafta sonu molalarına uygun bir yer olduğunu düşünüyorum.

Fotoğraflar: Seda & Murat Mallı

Kaynak:

http://www.lcto.lu/html_en/index.html

http://en.wikipedia.org/wiki/Luxembourg_(city)

http://www.ont.lu/home-en.html

http://www.virtualtourist.com

Yorumlar

  • yorum avatar
    Serdar KUŞ
    15-12-2023 13:21

    Bilgilendirici, harika bir yazı olmuş. Lüksemburg'a gitmiş kadar oldum. Teşekkür ederim.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum