Mersin
04 May, 2024, Saturday
  • DOLAR
    32.42
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2403.5
  • BIST
    10208.65
  • BTC
    59618.85$

“AKDENİZ’İN EFES’İ” UZUNCABURÇ (DİOCAESAREA) ANTİK KENTİ

15 November 2023, Wednesday 16:01

Ne güzel şey yol almak, yeni yerler görmek, zihnine unutulmayacak kareler nakşetmek. Bazen de gördüğün güzel yerleri tekrar tekrar görme isteği duymak... Diocaesarea da bende bu duyguları uyandıran eşsiz bir antik kenttir. Her gelişimde ayrı bir keyif duyduğum ve her seferinde taşına, sütununa, kapılarına yeni anlamlar yüklediğim bir yerdir.

Silifke’ye 30 km, Mersin’e 96 km uzaklıktaki Diocaesarea,  birçok medeniyete tanıklık etmiş. Başlangıçta Seleukos döneminde bir tapınak merkeziyken, zamanla Olba Tapınak Devleti’nin bir parçası olmuş. M.S. 72’de Roma İmparatorluğu’nun eline geçen kent, imparatorluğun Hristiyanlığı kabul etmesinden sonra, Helenistik tapınakların bir bölümü kilise haline getirilip,  piskoposluk merkezine dönüştürülmüş. Tapınakların kiliseye çevrilmesi sonraki yüzyıllarda da camilere çevrilmesi,  maalesef sadece Kilikia’da değil tüm Akdeniz havzasındaki uygarlıkların tapınaklarında görülen, kolaycılığın ve kendinden öncekine olan kabalığın, izahı olmayan bir yansıması diye düşünmüşümdür hep.

Bu tapınım merkezi, Vespasianus döneminde Olba’dan ayrılarak özerk olmuş ve         “Tanrı- İmparator Kenti” anlamına gelen Diocaesarea adını almıştır. Bizans Dönemi’nin ardından Türkler, Hellenistik Kule’ye Uzuncaburç demişler ve kent bugün de hala bu şekilde anılagelir. Birçok eserin yer aldığı kenti tam anlamıyla gezebilmek için bir gününüzü kesinlikle ayırmalısınız. Anıt mezar, sütunlu cadde, Tören Kapısı, Zeus ve Tyche Tapınakları, tiyatro, Hellenistik Kule ve Zafer Kapısı bunlardan en önemlileri. Kentten çıkarılan arkeolojik buluntuları görmek için de Silifke müzesine gitmelisiniz.

Günümüzde antik kentin dokusuyla Uzuncaburç köyü iç içe geçmiş durumdadır. Sit alanlarıyla ilgili bilincin çok eskiye dayanmaması sonucunda böyle bir manzara doğmuş. Tarihi yapılarla günümüz köylüsünün evlerinin bir aradaki bu görüntüsünden kurtulmak,  doğrusu kolay çözülebilecek bir duruma benzemiyor.

Antik kentin güneyindeki tepede devasa bir anıt mezarın Kilikia bölgesinde başka bir örneği yoktur. Seleukoslar’ın ya da Olba Krallığı’nın yöneticilerinden birine ait olduğu düşünülen piramit çatılı mezarın yüksekliği 15, eni ise 5.5 metredir. Mezarı görmek için köyün girişinde yolun sapağından ayrıldığımda, köyün yaşlı teyzelerinin kendi elleriyle dokudukları, birbirinden güzel motifli kilimleri görmek ve onlarla sohbet etmek de arkeolojik eserleri gezmek kadar heyecan vericiydi benim için. Kilimler en fazla elli altmış yıllıktı ama üzerindeki motifler hemen önümüzdeki anıtın yapıldığı yıllar kadar eskiydi belki de. Anıt mezarın bulunduğu yerden Diocaesarea’nın bütün önemli eserlerini görmeniz mümkün. Hele Zeus Tapınağı’nın uhrevi görüntüsü buradan kesinlikle izlenmeli.

Anıt mezardan ayrıldığım gibi kendimi sit alanının doğusunda 7 metre yüksekliğindeki 5 sütundan oluşan Tören kapısından içeri attım. M.S. 1.yüzyıldan kalan bu kapı korinth sütun başlıklarına ve heykel koymak için tamburların arasındaki konsollara sahip. Tabii ki bu heykeller yerlerinde değil ama antik dönemde bu şaşaalı kapıdan geçenler, her bir sütunu heykellerle süslü bu kapıdan keyifle geçmişlerdir şüphesiz.  

Tören kapısından biraz ilerleyip sağdaki Anıtsal Çeşme’de (Nymphaion) oturup su başında edilen sohbetleri duymaya çalıştı kulaklarım. Çeşmenin o kadar etkileyici özellikleri var ki, hayranlık duymamak elde değil. Bunlardan birisi, Diocaesarea su sisteminin taa 32 km boyunca kayalara oyulmuş tünel ve kanallarla, Lamas çayının suyunu çeşmeye kavuşturması. Bir diğeri de çeşmenin etrafında üzerinde kabartma olan sunakların olması. Bu da bize çeşmenin üzerinde çeşitli heykellerin olabileceğini düşündürtür. Yapılan çalışmalar çeşmenin yapıldığı tarihi, (M.S. 1-2.yy) Erken Roma İmparatorluk Dönemi’ne kadar götürmektedir. Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün yaptığı kazı çalışmalarıyla, bu muhteşem çeşmenin bilinmeyenleri kısa süre sonra gün ışığına çıkarılacak.    

Nymphaion’u geçip Sütunlu Cadde’de biraz ilerleyince, sol tarafta temenos duvarlarıyla çevrilmiş Zeus( Olbios) Tapınağı’nı göreceksiniz. I. Seleukos Nikator tarafından yaptırılan bu devasa tapınağın büyüleyici görüntüsünü, dakikalarca izlemekten kendinizi alamayacaksınız. Her gidişimde farklı bir heyecana kapıldığım bu tapınak, Mersin’de görülmesi gereken arkeolojik eserlerden en önemlisi. Tapınak, Anadolu’da dört bir tarafı Korinth tarzında 36 sütunla çevrili en eski tapınaklardan biri olması yönüyle de sanat tarihinde ve arkeoloji dünyasında ayrı bir önem arzeder. 5. yüzyılda tapınağın sütun araları örülmüş ve kuzey cephesine bir kapı yerleştirilmiş, doğudaki sütunların yerine de apsis eklenmiş ve kiliseye dönüştürülmüştür.

M.S. 5. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan Tyche (Şans) Tapınağı, Sütunlu Cadde’nin hemen bitiminde yer alır. Roma mitolojisinde şans tanrıçası Fortuna’ya adanan tapınağın altı metre uzunluğundaki beş sütunu hala ayakta. Sütunların üzerindeki arşitravda yer alan yazıtta, tapınağın kentin soylu isimlerinden Oppius ve karısı Kyria tarafından yaptırılıp kente armağan edildiği belirtilmektedir.

Zeus Tapınağı’nın yüz metre kadar kuzeyindeki Zafer Kapısı, ortası geniş, yanları daha dar üç kemerden girişe sahiptir. M.S. 2. yüzyılın sonunda yapılan kapının uzunluğu 30 metredir. Kapının üzerindeki yazıtta, M.S. 395-423 tarihleri arasında Arcadius ve Honorius’un yönetimlerinde onarım gördüğü yazılıdır. Kentin surları büyük ölçüde yıkılmış olmasına rağmen kapı hala sağlam bir şekilde görülebilmektedir. Bu kapının içinden geçen yol antik dönemde Mut üzerinden İç Anadolu’ya uzanıyormuş. Eski zamanlarda, Kuzey Kent Kapısı’ndan çıkan bir Romalı  İç Anadolu’ya doğru yol alabilirken, aynı Romalı bu yolculuğu günümüzde yapsa gidebileceği yer en fazla kapının karşısında yer alan bir Uzuncaburçlu  sakinin  geçit vermeyen evi olur ve burada onun misafiri olur. Yolun diğer kısmı ise doğu kapısıyla Olba ve Cambazlı üzerinden Kızkalesi’ne, güney kapısıyla da Silifke’ye bağlanıyormuş. Antik dönemde olduğu gibi günümüzde de Uzuncaburç’un çok sayıda yolu var.

Sit alanının doğusunda yer alan 3 bin kişilik tiyatro, Roma İmparatorları Marcus Aurelius ve Lucius Verus’un birlikte yönetimleri sırasında M.S. 2. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış. Bu şirin tiyatronun cavealarına oturarak yorgunluğunuzu giderebilirsiniz. Çünkü daha gezecek çok yeriniz var.

Dinlendikten sonra gezinizin rotasını, günümüzde Uzuncaburç diye adlandırılan Helenistik Kule’ye çevirmelisiniz. Antik kenti çevreleyen surların kuzeydoğusunda yer alan bu kule aslında beş katlıdır. Kule yöneticilerin yaşadığı bir mekan olmakla birlikte, herhangi bir düşman saldırısında halkın sığındığı ve hazinenin korunduğu yer olarak da işlev görmüş. Kapısındaki yazıttan M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısında Tarkyares tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Antik sikkelerin üzerinde kentin sembolü olarak yer alan Helenistik Kule’nin, geçmiş yıllarda yapılan sağlamlaştırma çalışmaları burcun ayakta kalmasını sağlayacak nitelikte değildi. Burcun tüm duvarlarında belirgin çatlaklar vardı. Kulenin ayakta kalabilmesi için 2023’te yapılan sağlamlaştırma çalışmalarının ardından, kule artık uzun yıllar boyunca ayakta kalacak. Böylelikle uzun yıllardır kulenin yıkılma tehlikesinin ortadan kalkmış olması, kaygılarımızı azaltarak yüreğimize su serpti doğrusu.

Helenistik Kule’den kentin kuzeyindeki bir vadinin yamaçlarında yer alan nekropol alanına gitmek için izleyeceğiniz yol antik Roma Yolu olmalı. Böylece hem Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılan kaya mezarlarını görmüş olacaksınız hem de bugün hala üzerinde antik dönemin arabalarının teker izlerinin olduğu yolun taşlarında heyecan verici bir yürüyüşle, kendinizi bir an Roma Dönemi’nin büyüleyici atmosferinde bulacaksınız. Nekropolis’te göreceğiniz mezar tipleri sadece kaya mezarlarıyla sınırlı değil. Tonozlu anıt mezarlar, lahit ve khomosorium (taş sandık) gibi mezar örneklerini görmeniz de mümkün. Roma Yolu’nda yürüdükçe karşınıza çıkan mil taşları olsun kaya mezarları olsun, buradaki yaşanmışlıkları, tüm hücrelerinize kadar hissettirecektir. Yolun bittiği noktada artık Olba Krallığı’nın başkenti olan Antik Olba Kenti’nin sınırlarına girmiş olacaksınız.

“Akdeniz’in Efes’i” diye niteleyebileceğimiz Diocaesarea, iyi korunmuş arkeolojik kalıntılarıyla Mersin’in en büyük antik kenti olarak ziyaretçilerini sabırsızlıkla bekliyor. Erdemli ve Silifke ilçelerini kapsayan bölgenin, dini ve idari başkenti olması Diocaesarea’nın önemini gözler önüne seriyor. Her gelişimde ayrı bir keyif aldığım tarih kokan Uzuncaburç’u, her ziyaretçi gibi yeni gelecek ziyaretçilere bırakmanın hüznüyle antik kentten ayrıldım. Ama bu ayrılışın, benim için uzun sürmeyeceğini biliyorum.

Yorumlar

  • yorum avatar
    HASAN KARABULUT
    17-11-2023 20:06

    Pek çok kez gidip gezdiğimiz bir yer. Bu kadar ayrıntılı bilgi, yazı okumamıştım. Yine doyumsuz bir anlatım. Elinize, emeğinize sağlık. Teşekkürler

  • yorum avatar
    Cüneyt Kuş
    16-11-2023 13:11

    ??

  • yorum avatar
    Ömer Biten
    15-11-2023 19:28

    Harika bir yazı tebrik ediyorum

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum